Araştırma Makaleleri

Prof. Dr. Bahri ATA'ya saygıyla...


PARİS MEKTUPLARI

Fonografın Tedrisata Tatbiki - F. S.*

Geçen gün Sorbonne Darülfununu dershanelerinden birinde “fonografın tedrisata tatbiki”ne dair lisan muallimlerinden Mösyö Vayle tarafından mühim bir konferans verildi. Darülfunundaki konferanslar öteden beri büyük bir rağbete mazhar olur. Ekseriya Pazar ve Pençşenbe (Perşembe) öğleden sonra bu muhteşem binanın ya büyük amfi teatrında yahut küçük dershanelerinden birinde böyle umumi ve ahlaki konferanslar verilir. Konferanslara müdavim olanlar en ziyade kibar sınıftır. Ekseriyatı da kadınlar teşkil eder. Böyle günlerde darülfünunun büyük medhali önü süslü otomobiller, konak arabaları ile dolar. En şık tuvaletler, en güzel çehreler göze çarpar. Adeta insan kendisini opera veya opera komik tiyatroları medhalinde zan eder.

Paris ahalisinin konferanslara olan fert rağbetini hemen her sınıf halk arasında görülür. Kibar sınıfından tutunuz da işçi ailelerine kadar her Parisli boş zamanını –tiyatroda değilse- konferanslarda geçirmek ister. Bu cihetle bu büyük şehir içinde hemen her gün muhtelif yerlerde konferanslar vardır. Bir kere devair-i belediyenin cümlesinde birer konferans salonu bulunur. Buralarda her türlü şuubat-ı ulum ve fünun üzerine, ictimai, ahlaki mesail hakkında sık sık konferanslar verilir. Bunların müdavimleri amelelerdir. Burada da ekseriyeti kadınlar teşkil eder. Bunların fevkinde hususi cemiyetlerin verdiği konferanslar vardır. Mesala: coğrafya cemiyeti, ilm-i hayat cemiyeti, fünun-u içtimaiye cemiyeti… Bunlar ara sıra avama mahsus konferanslar tertip ederler. Oraya giden halk da orta halli sınıftır. Bunlara talebeden bir çoğu da iştirak eder. Daha sonra “Anal”, “Haftalık Rêve” gibi büyük mecmualar tarafından tertip edilen konferanslar gelir. Bu konferanslar daha mühimdir. Fransa’nın medar-ı iftiharı olan azam-ı üdeba ve ülema tarafından verilen bu konferanslara kibar takımı ve talebe gelir. Yalnız bu konferanslar ücret mukabilinde olup diğerleri hep meccanendir. Hepsi bu değil, Darülfünundan maada diğer büyük mekteplerde, hatta ideadi mekteplerinde bile konferans verilir ve bütün kapılar ahaliye açıktır.

Konferans zevk ve merakına bazen hiçbir maani verilmez. Mühim ve istifadeli bir bahs-i fenni veya içtimaiyi dinlemeye gelmiş olanlar arasında öyleleri nazarınıza çarpar ki bu gibilerin orada ne münasebetle bulunduklarına bir türlü akıl erdiremezsiniz. Düşünürsünüz ki bu mutlaka bir arabacıdır, şu yanındaki kadın da köşe başındaki kartpostalcı veya gazeteci dükkanı idare eden kadın olmalıdır. Fakat işte gecelerini boş geçirmemek için gelmişler; Spencer’a, Kant’a ait mebahsı can kulağıyla dinliyorlar. İhtiyarlar, gençler, orta yaşlılar, herkes öğrenmek, yeni bir şeyi öğrenmek arzusunda. Bilmeğe nihayet tasavvur olunmuyor. En meşhur alimler, mütefenniler bile bir geç mübtedinin sözlerinde yeni bir şeme-i hakikat aramaktan çekinmiyorlar.

Bu havas ve rağbet bizde de hürriyetin ilk günlerinde görüldü bağçelerde bir iskemle üzerine çıkarak halka nutuklar verenlerden tutunuz da tiyatro sahnelerindeki ciddi konferanslara kadar her türlüsü yapıldı. Bir aralık Darülmuallimin müdür-ü gayyurı Satı bey mektebinde avam için konferanslar tertip etmiş ve vücutlarıyla iftihar ettiğimiz erbab-ı iktidar da bu teşebbüse iştirak eylemişti. Fakat çoktan beri bunların arkası kesildi. Halbuki halkımızın kuvve-i mefkuresini açacak, onları çalışmağa, öğrenmeye sevk edecek, kendilerini tahsile ve tetebbua ısındıracak bu gibi teşebbüslere devam edilmesi elzemdir. Ahalimizin de rağbet göstermesi şarttır. Artık iyi bilmeli ve his olunmalı ki mahalle kahvesinde düşeş ile dubara arasında geçen vakitler büyük bir ziyandır. Ve “vakit geçirmek”, “zaman öldürmek” için yaşamak devri bizden katiyen geçmek lazımdır.

Bakınız fonografın tedrisata tatbikinde bahs edelim derken lakırtı nerelere geldi. Bu konferansta Mösyö Vayle suret-i mahsusada tertip ettiği aleti ira’iden sonra maksadını izah etti. Tedrisat, bahusus lisan, musiki, şair ezberletmek gibi tedrisatta bahusus fonografın büyük hizmetler görebileceğini düşünen Mösyö Vayle bu babda tecrübe ve tettebbuata girişmiş, tahkik etmiş, öğrenmiş ki Amerika’da ibtidai mekteplerinin bir çoğunda fonograf çoktan kabul edilmiş. Avusturya’da, Almanya’da tecrübeler yapılmış. Mösyö Vayle genç talebeye mesela bir ecnebi lisanını öğretmek, onları telaffuza alıştırmak için sarf-ı mesai eden bir muallimin ne kadar sabırlı, ne kadar gayretli olursa olsun nihayet yorulacağını ve bir kelimeyi beş defa, on defa söyledikten sonra artık onu bir daha tekrardan sıkılacağını izahtan sonra bu kelimeyi tekrar edecek, bahusus daima aynı vechile tekrar edecek şey muallimin kendisi olmayıp bir alet olacak olursa talebenin o telaffuzu öğreninceye kadar işitebileceğini, şu suretle, telaffuzda hiçbir hataya düşmeksizin bir lisanı öğrenmek ihtimali olacağını anlattı. Möyö Vayle fonografına bir başka makine daha ilave etmiş; fonografın üst tarafına beyaz bir levha koymuş, fonograf bir savt çıkardımı o savtı işar eden kelimat da aynı zamanda bu levhada görünüyor ve esavtı takip ettikçe bu eşkal de değişiyor; şu suretle ki talebe gözleriyle bir yazıyı gördüğü, okuduğu sırada kulağıyla da aheng-i esvatı işiterek her iki iş bir anda yapılmış oluyor.

Mösyö Vayle, bu usülün pek ziyade faide bahş olduğunu müteaddid tecrübeleri neticesinde gördüğünü ifadeden sonra aletini tecrübe etti. Bütün samiyane tevzi olunan programlarda fonografa tekrar ettirilecek dersler mündericatı; evvela İngilizce, bade Almanca birkaç dersten sonra musiki ve şarkı derslerinden tecrübe etti.

Musikide fonografın yukarısında hurufat yerine notalar görünüyordu. Talebe fonografı bir iki defa dinledikten sonra aynı zamanda meşabih-i evsatı telaffuza davet ediliyor. Ve sada ile birlikte hurufu da müşahede ettiğinden hem hiss-i rüyet, hem de hiss-i semi vasıtasıyla yapılan bu tecrübe ve dersler zihinde daha kolaylıkla yerleşiyor.

Mösyö Vayle, istikbalde fonografın mekteplerde büyük hizmetler göreceğine kani olduğunu söyledikten sonra zaten muallimlerin cümlesinin iyi bir telaffuza malik oldukları iddia olunamayacağı cihetle telaffuzu güzel muallimler tarafından doldurulmuş kovanların bütün mekatibe tevzii suretiyle bu müşkülün de önünü almak kabil olacağını izah etti.

Konferansçının izahatı ve gözümüz önünde tekrar ettiği tecrübeleri hepimizi ikna etmişti. Konferansa gelmeden evvel fonografın tedrisatta ne gibi bir hizmeti olabileceğini kendi kendilerine sual edenler şimdi, memnun ve mütehayr, bu tatbikattan daha pek çok istifadeler edilebileceğini düşünüyorlardı.

Filhakika zaman ilerliyor, medeniyet tebdil-i şekl ediyor; acaba bir gün gelecek, tahsil yalnız fonograf ile sinematograf ile yapılamayacak mı? Ve bizim hakikatı kitaplarda aradığımızı gören ahlafımız acaba bizi hayretlere düşüren şu terakki –i hazırımıza gülmeyecekler mi, dersiniz..?

Paris F. S.* ŞEHBAL MECMUASI 

* Yazarın adı Osmanlıca metnin sonunda Fe ve Sat Harfleriyle yazılmıştır.  Sultan II. Abdülhamid devrinde 10 maarif madalyası ile ödüllendirilerek 1908-1912 yılları arasında Paris’de Sorbonne üniversitesinde eğitim alarak mezun olan ünlü coğrafya profesörümüz Faik Sabri (Duran) olmalıdır. Metindeki uslüp ve anlatım tarzı bu tahminimizi güçlendirmektedir. Erol KÖMÜR.

 

Reklamlar