Belgeler

Urfalı Mateos Kroniğinde (Vekayiname) Deprem Kayıtları ve Maraş'ta Büyük Deprem

"O gece, Samusat, Hısnımansur, Keysun, Raban ve Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40,000 insan telef oldu. Bu, çok nüfûslu bir şehirdi ve bu felâketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve onbinlerce erkek ve kadın telef oldu. Karadağ’da bulunan meşhur Basilien manastırında, aziz Ermeni ruhanîleri, yeni yapılan bir kiliseyi taktis etmek üzre toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onların üzerlerine yıkıldı ve otuz ruhanî ile iki vardabet, enkaz altında şehid oldu. Onların cesetleri bu güne kadar orada kalmıştır. Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jesueens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı ve bütün rahipler enkaz altında kaldı. Zelzele durduktan sonra kar yağmağa başladı ve yer yüzü karla kaplandı."

Edessalı Mateos ya da Urfalı Mateos (Ermenice: Մատթէոս Ուռհայեցի, Matevos Urhayetsi; d. 1070 civarı; ö. 1137 sonrası) Edessa şehrinde yaşamış Ermeni tarihçi ve keşiş. Ay ve yıl vererek ve önemli bulduğu olayları kayıt altına aldığı, tarih kitabı olduğu kadar günlük olarak tutulmuş önemli kroniğini (Ermenice: Zhamanakagrut‘iwn) 12. yüzyılın ilk yarısında yazmıştır ve eserinde 952 ila 1128/1129 tarihlerini ele almıştır. 1162/1163 tarihine uzanan kroniğin devamı rahip Gregor tarafından tamamlanmıştır. Günümüzde Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere pekçok yayınevi tarafından Türkçe'ye çevrilerek defalarca yayımlanmıştır.

X X X V .

Rum imparatoru Vasil’in hâkimiyeti zamanında, 452 (21 Mart 1003— 19 Mart 1004) tarihinde, gökte, felâketleri ve dünyanın sonunu işaret eden aleve benzer bir yıldız belirdi. Her yerde şiddetli zelzeleler oldu. Birçok adamlar dünyanın sonu gelmiş olduğunu zannettiler. Herkes, Tufan zamanında olduğu gibi titremeye başladı. İnsanlar, korku ve dehşet yüzünden, günâhlarını çıkartmağa ve “ communion” almağa vakit bulamıyorlardı. İnsan ve hayvanlar telef oldular. Sahipsiz kalan hayvanlar başıboş dolaşıyorlardı. (s.47)

 ***

LXVN

484 (10 Mart 1045 — 9 Mart 104) tarihinde, insanlar, Allah’ın şiddetli hiddetine maruz kaldılar. Tanrı, öfkeli bakışlarını mahlûklara tevcih etti. Korkunç bir zelzele oldu ve Peygamberin “ O zemine nazar ettiğinde titrer” (Mezamir, C IV ) diye söylemiş olduğu veçhile bütün yeryüzü sarsıldı. Bütün arz ve mahlûklar bu suretle çalkalandılar. Egeğiatz mıntıkasmda birçok kiliseler temelinden yıkıldı ve Erzinga denilen şehir kâmilen harap oldu. Toprak yarıldı, erkek ve kadınlar derinliklerine yuvarlandılar ve bunların derinliklerden gelen acı feryadları günlerce işitildi. Yaz mevsimi idi. Sarsıntılar bütün sene devam etti. Günâhlarımızdan dolayı, Allah’ın hiddetine maruz kalan mahlûkların âkıbetini nakletmek imkân haricindedir. Bu yaz mevsiminde, yeryüzü karanlığa örtülmüştü, güneş ve ay kana boyanmış gibi doğuyorlar ve ancak gökün ortalarına çıktıkları vakit berraklıklarını kazanıyorlardı. (S.81-82)

 ***

LXXVII

502 (8 Mart 1053-7 Mart 1054) tarihinde büyük Antakya şehrinde, felâket alâmeti olan korkunç bir nişane belirdi. Bu alâmet, güneşin içinde göründü ve herkesi hayret ve korku içine düşürdü. Bütün hıristiyanlar bundan dolayı dehşete kapıldılar, çünkü bu, Allahın muhakemesinin icra olunacağını İzhar ediyordu. Allahın gazabı şu suretle ilân edildi. Antakya’daki Süryanîler çok zengin olup debdebeli bir hayat sürüyorlardı. Bunların gençleri, kendi kiliselerine gittikleri vakit beşyüz kişilik kafileler teşkil ederek katırlara binmiş oldukları lalde gidiyorlardı. Romalılar bunları kıskandılar, onlara karşı derin bir kin beslediler. Süryanî ileri gelenlerinden birisinin birçok köleleri vardı. Bundan dolayı Roma patrikinin huzurunda mühim bir muhakeme yapıldı. Romalılar mezkûr Süryanîyi bu muhakeme vesilesiyle kendi mezheplerine döndürdüler ve mu kendi rızasıyla vaftis ettiler. Böylelikle bu adam, kendi inancını terk edip Süryanîlerin büyük bir düşmanı oldu. Süryanîler bu yüzden büyük sıkıntılara duçar oldular. Zira her gün mezhep yoklamaları ve nizalar vuku buldu. Romalılar o kadar hayasızlaştılar ki ne yaptıklarını da bilmeyip patriklerinin emriyle Süryanîlerin İncilini yaktılar. Fakat onlar Allah'ın İncilini ateşe attıkları vakit İncilden bir ses çıktı ve kitap alevlerin içinden dışarı fırladı. Onlar, İncili ikinci defa olarak tekrar ateşe attılar, fakat o yine dışarı çıktı. Onlar, küstahlıkları yüzünden kudurmuş bir halde mukaddes İncili tekrar ateşin içine attılar. İncil bu defa da olduğu gibi dışarı çıktı. Fakat mukaddes İncil dördüncü defa tekrar ateşe atılınca yandı, işte, Hazreti İsa’nın mukaddes İncili, Antakya şehrinde Romalılar tarafından bu suretle yakıldı. Patrikle bütün halk, incilin yakıldığı yerden kiliseye döndükleri vakit o kadar sevinç içinde idiler ki sanki kötü bir düşmanı yenmişlerdi. Onlar S. Bedros kilisesine girince binanın içinde korkunç bir gürültü koptu, şiddetli bir zelzele oldu ve bütün şehir sarsıldı. Başka bir günde de S. Bedros kilisesinin üzerine gökten ateş düştü ve kilise, temelden damına kadar bir fener gibi yandı. Taşlar, odun gibi yandılar ve alev göklere yükseldi. Mimberin bulunduğu yerde toprak yarıldı ve mukaddes sed toprağın derinliklerine gömüldü. 20,000 altın kıymetinde olup Büyük Kostantin tarafından S. Bedros kilisesine konulmuş olan ve mukaddes mimberin geceleri daima aydınlık içinde kalması için yukarıda asılı bulunan ışıklı taş ta enkaz içine gömüldü ve onu bulmak kabil olmadı. Romalılara ait diğer kırk kilise de S. Bedros kilisesiyle beraber yandı, fakat Ermeni ve Süryanîlerin hiçbiri zarar görmedi. Bundan dolayı büyük korku içine düşmüş olan Antakya halkı, ağlıyarak dua etmiye başladı. Patrik, bütün papazlar, diyakos ve her sınıftan ruhanîlerle erkek, kadın ve ihtiyarlar ve çocuklardan müteşekkil kalabalık bir halk ile birlikte muhteşem dinî esvapları giymiş ve mukaddes kilise eşyasını ellerinde tutmuş oldukları halde şehrin içine dolaştılar. Onlar, dağdan inen seller üzerinde yapılmış olan küçük köprünün bulunduğu “Horom meydanı” denilen yere gelince yer aniden büyük bir gürültü ile çınladı ve öğleyin altıncı saatla zelzele oldu. Bu anda toprak yarıldı ve patrikle birlikte 10,000 kadar insan derinliklere gömüldü. Onbeş gündür bu girdabın içinden bunların feryadları işitiliyordu. Sonra yarık kapandı, onlar orada öldüler ve bugüne kadar orada kalmış bulunuyorlar. (S. 98-99)

 ***

cxxxv

Aynı yılın Eylül ayında bütün memleket içinde bir zelzele oldu. Yeryüzü şiddetle sarsıldı ve gök altında bulunan bütün mahlûklar titrediler. Antakya şehrinde büyük tahribat oldu. Birçok kuleler temelden kopup yere düştüler ve surun büyük bir kısmı yıkıldı. Erkek ve kadın birçok insan yıkılan evlerin altında can verdi. (S.177)

 ***

CCXI

…Vaka şu suretle ceryan etti: Marcri ayının 12 sine tesadüf eden pazar günü, Haç yortusunda korkunç bir nişane belirdi. Bunun gibi İlâhî gazap ne geçmişte ne de bizim zamanımızda görülmüş ve işitilmiş ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uykuya dalmış bulunduğumuz bir sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardılar. Dağların sesi, kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Mahlûklar, Allah’ın gazabı altında şaşkın bir vaziyet içine düşmüş olup dalgalı bir deniz gibi titriyorlar ve çalkalanıyorlardı. Çünkü bütün ova ve dağlar sanki bakırdan imiş gibi çınladılar ve ağaçlar gibi sallandılar. İnsanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yeryüzünden, dehşete kapılmış ümitsiz bir firari gibi figan ve haykırış sesleri yükseliyordu. Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin bir saat kadar işitiliyordu. Bu felâket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Çünkü tam bir kıyamet gününü andıran bir hal vardı. Gün pazar, makam “var” ve kamer de eksilmekte olduğundan, her şey kıyamet gününü andırıyordu. Bundan dolayı, herkes yeis içine düşmüş ve ölü haline gelmişti. O gece birçok şehir ve bölgeler harap oldu. Harap olan yerler kâmilen Franklara aitti. Diğer bölgelerde ve müslümanlara ait bulunan yerlerde hiçbir zarar vukua gelmedi. O gece, Samusat, Hısnımansur, Keysun, Raban ve Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40,000 insan telef oldu. Bu, çok nüfûslu bir şehirdi ve bu felâketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve onbinlerce erkek ve kadın telef oldu. Karadağ’da bulunan meşhur Basilien manastırında, aziz Ermeni ruhanîleri, yeni yapılan bir kiliseyi taktis etmek üzre toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onların üzerlerine yıkıldı ve otuz ruhanî ile iki vardabet, enkaz altında şehid oldu. Onların cesetleri bu güne kadar orada kalmıştır. Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jesueens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı ve bütün rahipler enkaz altında kaldı. Zelzele durduktan sonra kar yağmağa başladı ve yer yüzü karla kaplandı. Maşgvor denilen meşhur Ermeni rahibi Grigor orada şehid oldu. Böylelikle birçok hıristiyanlar müthiş bir akıbete maruz kaldılar. Bu, onların günahları yüzünden olmuştur. Çünkü bunların her biri, Allah'ın çizmiş olduğu yolu terk edip yanlış yollara girmiş, Mukaddes kitaplarda yazılı olan tenbihIerden yüz çevirmiş ve çılgınca hareketlerde bulunmuşlardı. Onlar, hazreti Nuh zamanında, telef oluncaya kadar sırf yiyip içmekle vakit geçiren insanlar gibi hareket ettiler ve işte nihayet Allah’ın gazabına uğradılar ve işledikleri büyük günahlar yüzünden telef oldular. (S.255-256)

 ***

CCLKVII

Bu vakalardan önce 605 (11 Şubat 1156-9 Şubat 1157) yılı Ağustos ayının 26 sında her tarafta bir zelzele vukua geldi. Arapya yani Halep taraflarında birçok müslüman şehirleri temelinden yıkıldı, hıristiyan şehirleri ise Allah tarafından bu güne kadar korundu. Yer sarsıntıları, ertesi sene başına kadar devam etti. Ondört ay zarfında vukubulan sarsıntıların sayısını tespit etmek mümkün olmadı. (S.316)

***

Kaynak: URFALI MATEOS VEKAYİNÂMESÎ ( 952 — 1136 ) VE PAPAZ GRÎGOR’UN ZEYLİ ( 1136 - 1162 ).

Reklamlar