ÇOCUĞUN ZEKASINI TAKDİR HUSUSUNDA NAZAR-I İTİBARA ALINACAK CİHETLER
Ahziyet Kabiliyetinin derecesi: Hassaların şiddeti. Haricden gelen intibaları alması (idraklerin husulü). İlm-i harici, hassalar üzerine te’ettür yapmaktan bir an hali kalmaz. Bazı kimselerin müşahede kabiliyeti fazla olur. Tui veya iradi olarak haricden çok malumat toplarlar. Bunların ilm-i efkarı zengin, tasvirleri tam ve vazıhtır. Bazılarında ise bu kabiliyet dûndur. Bakarlar, görmezler; dinlerler, işitemezler, anlamazlar. Bunların efkarı ve tasviratı kemiyet itibariyle az, keyfiyet itibariyle müphem, müşevveş noksandır.
Hıfz Kabiliyeti: Hafıza demek, zeka demek değildir. Fakat, zengin bir muhayyile ve iyi bir muhakeme için, hafızanın saklandığı mevadd-ı ibtidaiyeye lüzum vardır.
ÖĞRETMEN SORUNLARI
The commission notices in the first line that. there is a lack of interest tovvard the teaching profession among primary school teac- hers: 53 % did not choose their profession willingly. Their main prob- lems consist in the foliowing ones: lack of cooperation with parents, lack of intelligcnce examination among pupils at the entrance of the first grade, need of amclioration of schednles, need of : (better equipement, avoidance of double class in a day, a guidance), insuf- fisient salary. annulation of segregationa) attitude in the villages. and in general the lack of prestige for teachers.
The Junior Hingh School’s teachers are concemed on the first place by teaching problems as follow: necessity to adapt schedules to the actual needs of the life, to have beeter equipement. of anıelio- ration of examen’s regulation... In the second place they ask a better formation for themselves, and for their pupuils, an increase of salary. an objectif appreciation by administrators and for guidance.
This report was prepared by a commission formed by Prof. R. Şemin, by Hikmet Dağlıoğlu who was president of the Association of Pedagogy and Dr. Med. Sadık Baykaner for UNESCO national commitee in Turkey. The data are provided by a research done on 100 primary teachers at the Institut of Pedagogy at the Faculty of Arts (İst. University) and an other one prepared by Semahat Söz- alan on 14.935 Junior High School teachers.
«Öğretmen sorunları- raporu, UNESCO'nun 1970 Eğitim Yılı münasebetiyle Türkiye Milli Komisyonu için Prof. Dr. Refia Şemin'in başkanlığı altında Pedagoji Derneği Başkanı sayın Hikmet Turban Dağlıoğlu'nun üye ve Dr. Sâdık Baykaner'in raportör bulunduğu komitece hazırlanmıştır.(*)
Bu konu, (İstanbul Üniversitesi Pedagoji Enstitüsü) tarafından 100 ilkokul öğretmeni üzerinde yapılan ferdî bir araştırma ile (Eğitim Araştırmaları ve Değerlendirme Merkezi) nce 14.935 Orta öğretim öğretmenine doldurulan anketten alınan sonuçlara dayanarak hazırlanmıştır. (Semahat SÖZALAN, Orta öğretimde öğretmenlerin dilek ve şikâyetleri, Eğitim Araştırmaları Serisi, 10-20. 1962, Ankara). Her iki araştırmadan elde olunan sonuçlan Prof. Dr. Refia Şemin tasnif etmiş ve bunlar sayın Hikmet Dağlıoğlu ve sayın Dr. Sâdık Baykaner'in şahsî tecrübelerinin ışığı altında değerlendirilmeğe çalışılmıştır,
İlkokul öğretmenlerinin Sorunları
ilkokul Öğretmenlerinin % 53 ünün mesleklerini isteyerek seçmemelerinde sorunların büyük bir payı olduğu görülmektedir. Bunların bertaraf edilmesi hâlinde ilkokul öğretmenliğinin daha câzib bir meslek hâline geleceği aşikârdır.
ilkokulda öğretim, ailede verilen eğitimle beraber yürütüldüğü nispette verimli olabilir. Ancak bu işbirliği sağlanamamaktadır. Ailelerin çoğu (% 60) câhildir, fakirdir, ve çocuğu ile ilgilenmemektedir.
Öğrencilerin sınıflarda zihin seviyelerine göre ayrılmamış olmaları, öğretmenin görevini zorlaştırmaktadır (% 45). Bu ise. bu türlü işlerin okullarımızda uzmanlara verilmesinin artık daha fazla beklemeğe tahammülü olmıyan bir zaruret hâline geldiğini göstermektedir. Hem zamandan, hem binadan, hem de öğretmen emeğinden tasarruf için bu yolda çalışmaların hızlandırılması gerekmektedir. Verilen derslerin, çocukların seviyelerine uymamasının da, öğretmenlerin çocuklarda gördükleri «avâreliğin» de (% 33) büyük bir payı olabilir.
İlkokullarda, mümkün olduğu nispette, ferdî bir öğretim yapılması, verimi elbette arttıracaktır. Ancak sınıflarımız o derece doludur ki (% 29) kollektif öğretim bile zorlukla yapılabilmektedir.
Urfalı Mateos Kroniğinde (Vekayiname) Deprem Kayıtları ve Maraş'ta Büyük Deprem
"O gece, Samusat, Hısnımansur, Keysun, Raban ve Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40,000 insan telef oldu. Bu, çok nüfûslu bir şehirdi ve bu felâketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve onbinlerce erkek ve kadın telef oldu. Karadağ’da bulunan meşhur Basilien manastırında, aziz Ermeni ruhanîleri, yeni yapılan bir kiliseyi taktis etmek üzre toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onların üzerlerine yıkıldı ve otuz ruhanî ile iki vardabet, enkaz altında şehid oldu. Onların cesetleri bu güne kadar orada kalmıştır. Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jesueens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı ve bütün rahipler enkaz altında kaldı. Zelzele durduktan sonra kar yağmağa başladı ve yer yüzü karla kaplandı."
Edessalı Mateos ya da Urfalı Mateos (Ermenice: Մատթէոս Ուռհայեցի, Matevos Urhayetsi; d. 1070 civarı; ö. 1137 sonrası) Edessa şehrinde yaşamış Ermeni tarihçi ve keşiş. Ay ve yıl vererek ve önemli bulduğu olayları kayıt altına aldığı, tarih kitabı olduğu kadar günlük olarak tutulmuş önemli kroniğini (Ermenice: Zhamanakagrut‘iwn) 12. yüzyılın ilk yarısında yazmıştır ve eserinde 952 ila 1128/1129 tarihlerini ele almıştır. 1162/1163 tarihine uzanan kroniğin devamı rahip Gregor tarafından tamamlanmıştır. Günümüzde Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere pekçok yayınevi tarafından Türkçe'ye çevrilerek defalarca yayımlanmıştır.
X X X V .
Rum imparatoru Vasil’in hâkimiyeti zamanında, 452 (21 Mart 1003— 19 Mart 1004) tarihinde, gökte, felâketleri ve dünyanın sonunu işaret eden aleve benzer bir yıldız belirdi. Her yerde şiddetli zelzeleler oldu. Birçok adamlar dünyanın sonu gelmiş olduğunu zannettiler. Herkes, Tufan zamanında olduğu gibi titremeye başladı. İnsanlar, korku ve dehşet yüzünden, günâhlarını çıkartmağa ve “ communion” almağa vakit bulamıyorlardı. İnsan ve hayvanlar telef oldular. Sahipsiz kalan hayvanlar başıboş dolaşıyorlardı. (s.47)
***
LXVN
484 (10 Mart 1045 — 9 Mart 104) tarihinde, insanlar, Allah’ın şiddetli hiddetine maruz kaldılar. Tanrı, öfkeli bakışlarını mahlûklara tevcih etti. Korkunç bir zelzele oldu ve Peygamberin “ O zemine nazar ettiğinde titrer” (Mezamir, C IV ) diye söylemiş olduğu veçhile bütün yeryüzü sarsıldı. Bütün arz ve mahlûklar bu suretle çalkalandılar. Egeğiatz mıntıkasmda birçok kiliseler temelinden yıkıldı ve Erzinga denilen şehir kâmilen harap oldu. Toprak yarıldı, erkek ve kadınlar derinliklerine yuvarlandılar ve bunların derinliklerden gelen acı feryadları günlerce işitildi. Yaz mevsimi idi. Sarsıntılar bütün sene devam etti. Günâhlarımızdan dolayı, Allah’ın hiddetine maruz kalan mahlûkların âkıbetini nakletmek imkân haricindedir. Bu yaz mevsiminde, yeryüzü karanlığa örtülmüştü, güneş ve ay kana boyanmış gibi doğuyorlar ve ancak gökün ortalarına çıktıkları vakit berraklıklarını kazanıyorlardı. (S.81-82)
***
LUCIEN CELLERIER
KADRİ, MF.V. MÜFETTİŞİ.
Lucien Cellerier (Lüsiyen Seleriye) 7 mayıs 1928 de vefat etti, kendisi kıymetli bir pedagog, ruhiyatçı ve ahlâkçı idi. Uzun müddet Fransız terbiye mecmuasını idare etti. Belli başlı eseri “Pedagojik bir ilim Taslağı,, 1910 da çıkmıştır. Cellerier bu kitabında “Pedagojik,, ismi altında, yeni bir ilim teşkiline çalışıyordu. Bu ilmin esası: Psikoloji olacak, kanunu da: ahlâk olacaktır. Fakat kendine mahsus bir usulü, görüş tarzı, mevzuu bulunduğu için istiklâlini de muhafaza edecektir. Mutaları: tatbikat, an’aneler, terbiye sanatının emirleridir. Vazifesi de kendi hikmeti vücudunu, temelini aramak ve prensiplerini meydana çıkarmaktan ibaret bulunacaktır. Mukadde- mesinde Cellerier der ki: “Bu kitap annelere birtakım tavsiyeler mahiyetinde bir şey değildir. Ailelere şunu yapınız, bunu yapmayınız, demez. Onlara ne yapıyorsunuz, nelerden içtinap ediyorsunuz, diye sorar. Ve neticeyi tespit eder. Bir dinci, bir ahlâkçı, bir politikacı bir hekim sıfatı ile, terbiyenin ne olması lâzım geldiğini tetkik etmez, onları iş üstünde müşahede etmekle ve hepsinde müşterek olan prensipleri araştırmakla iktifa eder. Hedefi: bu prensipleri muhâl hayallerden değil, şeniyetten çıkarmak, onları daha vazıh bir hale getiren ve aralarındaki mantıki silsileyi de gösteren bir tertibe tabi tutmaktır.,,
Demek oldu ki, pedagojik ilim, kablî bir surette mefkûrevî ve kaidevî değildir. Bu müspet bir ilimdir, usulü: tecrübidir. Vetireleri de tasnif ve istikra olacaktır. Terbiye gayesinin ne olduğu hakkında felsefî bir mesele vazetmez; bu gayenin insani kemal olup olmadığını (Rousseau, kant), hemşehrilerin faziletkârlığını (Platon) aramaz, ve terbiyeye filen takip edilenden başka bir gaye tahsis etmez. Bu gaye: ebeveynin en iyi olarak kabul ettiği hayata ve mesleke çocuğun hazırlanmasıdır. Cellerier cemiyet ve tabiata yeni bir şekil vermek endişesinde değildir. Mürebbi kudretinin hududunu ve haklarının nereden ileriye gidemiyeceğini bilir: terbiyeyi hayat kanunları içinde görür. Ona göre terbiye, tesirlerine mani olmak istediği irsiyetin maziye intibakı gibi, hale intibaktır. Terbiyenin üç âmili vardır: mevzu, muhit, mürebbi.
TALEBE FAALİYETİNE MÜSTENİT TEDRİSAT
(Öğrenci Merkezli Eğitim)
İsmail Hakkı, Maarif Vekaleti Mektep Müzesi Müdürü, 1930.
Öğrenmek demek insanın bulunduğu muhit ile kendi arasında birtakım rabıtaların tesisi demektir. En kuvvetli manada öğrenmek de insanın, öğreneceği şeyi — bu gaye için icap eden uzuvları kullanarak — kendi malı yapmasıdır. Öğrenmeği iki esaslı kısma ayırmak lâzımdır:
1) Bizzat öğrenmek.
2) Başkaları tarafından öğretilmek.
Bizzat öğrenmek insanların bütün çocukluk devirlerine hâkim olan bir keyfiyettir. Çocuk bu esnada kendiliğinden — muayyen uzuvlarını bir ders aleti gibi kullanarak veya bu uzuvları ikmal edici vasıtaları; kıskaç, kerpeten, çekiç, çakı, ayna, su gibi — bularak her şeyi öğrenmek imkânını bulur.
Çocuk mektebe başlar başlamaz, bizzat öğrenmek yerine — bugünkü pedagojinin en büyük hatası olarak — her şeyi başkalarının öğretmesi kaim olur. Hem o suretle kaim olur ki, öğretenler (muallimler) meslekî tahsil yapmış olmalarına rağmen metoduna tamamı ile zıt bir şekilde, ona mektep malûmatını öğretmeğe teşebbüs ederler. Talebenin bizzat faaliyeti yerine muallimin faaliyeti kaim olur. Binaenaleyh bu esnada ve bu hatalı usule göre kullanılan ders aletleri çocuğa göre değil, muallime göre kullanılır. Aletler birer öğretme vasıtası şeklinden çıkarlar, iyi kullanılabildikleri takdirde bile, ancak muallimin kudretini çoğaltmağa hadim birer vasıta olurlar. Talebe de onları ve onlarla muallimin yaptığı tecrübeleri bir piyes seyreder gibi seyreder. Talebe şahsiyetinin ve harsın inkişafını gaye ittihaz etmesi zarurî bir öğretme şekli muallimin kullandığı ders vasıtalarından ziyade talebe faaliyet ile mümkündür. Talebe faaliyeti de ortada, hazır kurulmuş veya ikmal edilmiş, bir mutavassıt olmaksızın doğrudan doğruya talebenin tetkik ve tecrübe sile mümkündür.
Onun için her şeyden evvel, talebenin bir ders mevzuunu tetkik ve tecrübe etmesine müsait aletleri öğretme vasıtası olarak kabul etmeliyiz. Kum kasası, mektep bahçesi, talebe mikroskopu, kümes, akvarium, terarium, fotoğraf makinası, radyo, pil gibi.
Sultan II. Abdülhamid’in Eğitim Projeleri: Çoban Mektebi
Osmanlı Tarihinin en ilginç tarihi karakterlerinden Sultan II. Abdülhamid’in; dünyada siyasi dönüşümün en sert yaşandığı, uluslar arası krizlerin Osmanlı Devleti’nin sadece dış politikalarını değil iç meselelerini de doğrudan etkilediği bir dönemde pek çok krizle boğuşmanın ötesine geçerek Türk Tarihinin bekli de en büyük eğitim reformunu gerçekleştirmesi dikkat çekicidir.
Osmanlı Tarihinde görülmemiş şekilde topyekün eğitim seferberliği başlatılan bu dönemde kurulan okulların çeşitliliği, nitelikleri ve ülke sathına yaygınlaştırma gayretleri, yapılan çalışmaların bilinçli ve sistemli bir anlayışın ürünü olduklarının açık delilidir.
Bu dönem eğitim kurumları Tanzimat dönemi ve öncesindeki ıslahat hareketlerine bağlı olarak kurulan askeri eğitim kurumları açma politikasının ötesine geçmiştir. Açılan eğitim kurumları mülkiyeden, öğretmen okullarına, ziraat mekteplerinden, baytar mektebine, zanaat okullarından sanaayii nefiseye, orman mekteplerinden hukuk mektebine kadar geniş bir sivil yelpazeye hitap etmektedir. Askeri okulların ideadi ve rüştiyelerinin de Makedonya’dan Bağdat’a kadar ülke sathına bu dönemde yayılmıştır. Yüksek öğrenimi takviye edecek orta öğretim kurumlarının (ideadiler) ve bunlara öğrenci yetiştirecek rüştiyeler ile sıbyan mekteplerinin de kurulmaları ve yaygınlaşmaları Sultan Abdülhamid dönemine isabet etmektedir.
ÇOCUK KABİLİYETLERİNİN TEŞHİSİ - İbrahim Alaeddin- 1924
Transkript: Erol KÖMÜR
Terakki ve medeniyetin insan hayatını gittikçe daha mürekkeb ve muaddıl bir şekle tahvil etmekte olduğu meydandadır. Bunun neticesi olarak taksim-i mesai ihtiyacı gittikçe inceleşiyor, meslek ve ihtisas şubeleri seneden seneye şayan-ı hayret bir surette artıyor.
Terbiyenin en tabii rehberi bittabi içinde bulunduğumuz hayatın hakikatleri ve ihtiyaçları olmak lazım gelir. İşte bu hakikat ve ihtiyacın elcay-ı müşahedesiyledir ki bugünkü terbiye mesaisinin en hakim-i iştigali çocuk kabiliyetlerinin tayin ve teşhisi mesailine aid bulunuyor. Fertler ve aileler gibi hükümetler ve milletler de çocukların bir an evvel fıtraten en müstaid, ihtiyac-ı ruhi noktasından en meyyal ve teşkilat-ı maneviye cihetiyle en uygun buldukları sanatları ve meslekleri bilmek ihtiyacındadırlar. İşlerinde muvaffakiyetli bulduğumuz adamları bu iş için yaratılmıştır diye tavsif ederiz filhakika bir insanın yaradılış itibariyle en müstaid bulunduğu mesleğe sevk edilmiş olması hem o fert ile mesleğin, hem de içinde yaşadığı hükümet ve milletin karınadır. Hatta böyle adamların bazen mühim bir muvaffakiyete mazhar olmaları mensup oldukları milletin hepsine hem şeref, hem refah temin edebilyor.
Bu hakikat ve bu ihtiyaç bir defa meydana çıkınca ruhiyat ve terbiye ile uğraşanların fazla mücerret nazariyelerinden silkinerek, parlak felsefe vecizelerinden kendilerini kurtararak bu meseleyi ta’mik etmeleri tabiidir. Ve nitekim öyle oldu. Umumi harp esnasında Amerika ve Avrupanın az çok tevkife uğrayan veya umumi bir mahiyet alamayan ruhiyat ve terbiye sahasındaki faaliyetleri harbi müteakip ve bilhassa son üç dört sene zarfında en mühim inkişafını daha ziyade bu mevzu etrafında göstermiştir.
Şimdi mekteplerde, laboratuarlarda ve mecmualarda daima bu bahis hükümrandır. İkide, birde falan veya falan nevi ruhi temayülün, şu veya bu yoldaki istidadın, muhtelif sanat ve meslek kabiliyetinin tayini için bulunmuş veya tecrübe edilmiş yeni yeni maayarlardan, (mihenk=test)lerden ve usullerden hararetle bahsedildiği görülüyor.